ERGENLİK DÖNEMİ
Erkeklerde ergenlik dönemi kızlara nazaran iki yıl daha geç başlar. Erkeklerde ergenliğin gecikmesi daha normaldir, ve bu 15-16 yaşlarında bile olabilir. Erkeğin bedeninde bir çok bedensel değişiklikler olur. Çocuk bu dönemde birtakım ruhsal ve bedensel rahatsızlıklar geçirebilir. En önemsiz bir uyarıya fazla hassasiyet gösterip küsme aşırı duyarlılık ve dengesiz coşku, utangaçlık, çevreden uzaklaşma sorumluluktan kaçma, girişim yetersizliği her şeye karşı ilgisizlik gösterebilir. Sanki kızmak, itiraz etmek için bahane arıyor gibidir.
Çocukluk çağında anne ve özellikle baba başkalarından farklı algılanıp değerlendirilir. Onlar güçlü üstün varlıklar olarak kabul edilir. Yaş ilerledikçe, çocuk gençlik çağına yaklaştıkça anne babanın dokunulmazlığı azalır, başkalarıyla karşılaştırıp gerçekçi olarak değerlendirilir. Bu durum gençlik çağında hızlanır. Kendisini etkin ve güçlü gördükçe, anne babasını etkisiz, güçsüz, yetersiz görmeye başlar. Zamanla gencin onlara duyduğu güven dahi azalır. Hatta onları eleştirir, küçümser, onlara bağırıp çağırabilir; Dışarıdan iletişim yaptığı kaynak ve kişilerin özelliğine göre, giyinmesi, oturması, yürümesini, çalışmasını, amaçlarını, inançlarını, dünya görüşünü, düşüncelerini değiştirir. Çevresini başkalarını sürekli olarak eleştiren küçümseyen genç kendisiyle ilgili kararlarda bağımsız olmak ister. Giyeceğine, yiyeceğine, eve geliş gidiş zamanına başkalarının karışmasını istemez. Alabildiğine özgür olmaya çalışan genç ailenin ekonomik durumunu görmezlikten gelir. Sürekli başkalarının kendisini anlamadığı dinlemediği düşünür.
Kişiliğini ararken ana babanın etkisinde kurtulmaya çalışır. Bu sefer seçtiği yeni örneklere yöneltir. Anne babanın davranışlarını yersiz olarak niteler, beğenmez. Karşı çıkmaya, sınırlamaya, engellemeye sabırları yoktur. Bütün bunlar anne ve baba ile genç arasında ciddi sürtüşme ve çalışmalara yol açar.
Evden kopmak isteyen çocuk arkadaşlarıyla beraber olmak ister. Çevrede kendini anlayan, seven, destekleyen, yaşıtlarını bulur. Onların giyimi, süsü ve davranışlarıyla kendisi arasında kıyaslama yapar. Kuşak çatışmasının tamir edilemez boyutlara varması gencin ailesinden ve içinde yaşadığı çevreden yeterince ilgi ve sevgi görmemesi ya da böyle olduğunu sanması onu başka grupların, çevrelerin içine sürükler.
Anne ve baba çocuklarını eğitirken öncelikle gelişim devrelerini bilmeli ve çocuklarının içinde bulunduğu gelişim dönemini tanımalıdır. Genç kaygıdan mutluluğa, sevinçten sıkıntıya, kızgınlıktan taşkınlığa değişen çeşitli duygular yaşar. Başkasının tatlı ve yumuşak bakışı gülümseme, bir iki övgü sözcüğü onu mutlu eder. Asık bir yüz, sert yada jest, örseleyici bir iki sözcük onu kaygının, kızgınlığın, umutsuzluğun derinliklerine sürükler. İlgi ve sevgiyle iletişim kurduğu insanlara karşı bir süre sonra kin ve nefret duyabilir. Kızıp öfkelendiğini beğenip yüceltir. Çekinip korktuğuna sokulup, yaklaşır. Kısacası tamamen dengesiz bir ruh haletine sahiptir.
Arada bir kendini yetişkin bir insan gibi görüp herkesin ona büyük bir adammış gibi davranmasını ister, sonra yine çocuk olduğunu düşünür ve korunmak, şımartılmak, ihtiyacı duyar. Çocuğun doğru yoldan ayrılmaması için tek çare o güne kadar dengeli bir eğitim almış olması ve anne babasının kendisine güvendiklerini bilmesidir. Bu çağda çocuğun her istediğini yerine getirmek gibi istediğini hiç düşünmeden reddetmek de tehlikelidir.
Gençlik çağına has biyolojik, ruhsal ve psikolojik değişme ve gelişmelerin gencin davranışına ne biçimde yansıdığını bilip tanıyın ve gençlik çağının fırtınalı ve zor olduğunu göz önünde tutun. Gencin elinde olmadan ortaya çıkan bu değişik davranışları karşısında serinkanlı olun. Ayrıca onda görülen her ruhsal belirtinin bir hastalık değil, yeni durumlara uyma çabasından gelen tepkiler olduğunu unutmayın. Her çocukta geçici dengesizlikler olabilir.
Anne babanın tutumuna göre bu belirtiler ya kısa sürer ya da kalıcı olurlar. Bütün bunların çocuklarda genel olarak görüldüğü için paniğe düşmeyin. Fakat kesinlikle çocuğunuzu ona çaktırmadan takip etmeyi de ihmal etmeyin. Ona sevgi ve saygı gösterdiğinizi davranışlarınızla, tavırlarınızla belirtin. Her problem çıktığında klasikleşmiş, "biliyorsun seni çok severim" lafları yerine; genç, bu sevgiyi onun kişiliğine olan saygınızla göstermenizi ister.
Gencin yaşamı, giyinişi, süslenmesine ilişkin karar alırken ona direktifler verme yerine onun düşünce ve önerilerine anlayış ve saygı gösterin. Bu da anne babanın susmayı öğrenip, çocuklarını dinlemeleri ile mümkündür.
Başka bir deyişle, çocuklarla ilişki kurabilmenin en kestirme yolu önce çocuğu duymak, dinlemek ve dediğini anlamaya çalışmaktır.
Oysa çoğunlukla büyükler çocuklarıyla diyaloglarında şu tepki biçimlerini sergilerler;
Suçlama (Sen her zaman konuşursun zaten)
Emir (Hemen yerine otur)
Tercih etme (Aynı hareketi bir kez daha yaparsan okul bitince cezaya kalırsın)
Eleştirme (Daha iyisini yapmalısın)
Uyarma (Son kez hatırlatıyorum)
Utandırma (Şımarık çocuk)
Sözlü Anlatım(Birisini rahatsız etmek iyi bir davranış değildir)
Yargılama (Kitaplar yazmak için değil okumak içindir)
Bütün bunlar;
Çocuğun kendini suçlu hissetmesine,
Anne babanın adıl olmadığı düşüncesinin gelişmesine,
Çocuğun kendisinin sevilmediğini düşünmesine,
Sert tepkiye cevap vermesine,
Karşı çıkmasına,
Kendisini yetersiz hissedip özsaygısını kaybetmesine sebep olur.
Aile ve evle ilgili konularda ve problemlerde gencin de düşünce ve önerilerini alıp onunla konuşup tartışmaktan çekinmeyin. Konuşma, tartışmalar sırasında gencin doğru düşündüğü gerçeği bulup söylediği durumlarda ona hak verin, düşünce ve önerisini gerçekleştirmek için ona yardımcı olun. Yapılan konuşma ve tartışmaları onları korkutarak ve yıldırarak kesmeyin. Gencin tutum ve davranışlarını biçim ve yön verirken "Benim gençliğimde" diye başlayan konuşma ve nasihatlerden kaçının.
Gence bol bol öğüt vermek yerine örnek davranışlarda bulunun veya örnek davranışları bulup gösterin. Benlik saygısı, çocuğunun fikirlerine değer verilen, sözleri dinlenen, anne-babasından destek gören, insan olarak kendisine değer verilen bir ortamda ancak filizlenir ve gelişir. Aşırı kısıtlayıcılık kadar aşırı serbestlik de sağlıklı gelişimi engeller. Ana baba davranışlarıyla, çocukların davranışları arasındaki ilişkileri konu alan araştırmalara göre baskıcı olmayan, esnek ve hoşgörülü fakat prensip sahibi anne-babalar, çocuklara daha sağlıklı bir eğitim verebiliyorlar.
Anne ve baba öyle bir ortam hazırlamalıdırlar ki; çocuk, sanki her zaman anne ve babası yanındaymış gibi kendine güvenli hiç yanında değilmiş gibi özgür hissetsin. Ergenlikle beraber erkek çocukların karşı cinse ilgisi de başlar. Asıl problem de bundan sonra başlar. O zamana kadar üstüne başına pek dikkat etmeyen genç artık sürekli yeni yeni elbiseler istemeye ve aynanın karşısında bolca vakit geçirmeye başlar.
Çocuklarının karşı cinse alaka duyması bazı ailelerin hoşuna gider. "Erkek oğlum" diye çocuklarına takılmaktan haz duyarlar fakat ateşle oynadıklarının farkında değildirler. Bu meseleye dini veya toplumsal açıdan değil sadece eğitim açısından yaklaşılması gerekir. Uzun yılardan beri öğrencilerle uğraşıyorum, şimdiye kadar her türlü problemi olan öğrenciyle karşılaştım. Dersleri kötü olan, arkadaş edinemeyen, ailesiyle geçinemeyen, vs. bir çok problemin kendine göre çözümleri vardır. Fakat özellikle lise yıllarında gönlünü karşı cinse kaptırmış gencin probleminin çözümü oldukça zordur. Şimdiye kadar bu tür olaylarla ne kadar karşılaştıysam pek çözüldüğünü görmedim. Çünkü siz o genci karşınıza alıp nasihat ettiğinizde, o sizi hiç dinlemez, onda tamamen his hakim olmuştur, mantığı tamamen durmuştur.
Çocuğa baskı yaparsanız, çocuk kendine zarar verebilir. Bu durumda olan gencin kendini derslere vermesi artık çok zordur, şimdiye kadar ders durumu iyi olduğu halde böyle meselelere takılıp dersleri kötü olan bir çok genç gördüm.
Siz oturup çocuğa bunlar geçici heveslerdir, senin yaşın daha küçük, böyle şeylerle uğraşmayı bırak derslerine bak diye nasihat etmeye çalışırken, tamamen hislerinin hakimiyeti altında olan genç sizin kafa ütülemenizden ne zaman kurtulacağını düşünür.
Aileler özellikle yaz tatillerinde çocuklarını çok sıkı kontrol etmelidirler. Çocuğa tatil yaptıracağız diye yazlıklara, plajlara akrabalarına tek başına göndermemelidirler. Genç kızları olan evlere akraba olsa dahi tek başına göndermemeli ve bu konuda ne kadar hassas olunursa daha iyi olur.
ÇOCUK YAVAŞ YAVAŞ KENDİ BAŞINA YAŞABİLMEYİ ÖĞRENMELİ
Ebeveyn olarak, çocuğun yavaş yavaş bağımsız olma hakkını bilmezlikten gelirsek iki ihtimalden biri gerçekleşecektir; Çocuk ya bize aşırı derecede bağımlı fazlaca uysal olacak. Bu dünyada nasıl yaşayacağını öğrenemeyecektir. O zaman güçlü ve otoriter kişilere ya da kötü niyetli insan yada gruplara kolay bir av olacaktır. Veya yaşı ilerledikçe onunla aramızdaki bağ bozulur, çocuk bizden uzaklaşmaya başlar. Bu durumda da ona yapacağımıza daha fazla direnç gösterir.
ÇOCUĞUNUZ RAHAT ARKADAŞ EDİNEBİLİYOR MU?
Çocuğun yetişkinlik dönemlerinde, mesleğinden aile yuvasından ve toplumdaki hayatından zevk alması ve mutlu olması her şeyden önce küçüklüğünde yaşadığı hayat ve arkadaşları arasında benimsediği tutuma bağlıdır.
Çocuğunuz arkadaş edinemiyorsa arkadaşlarını evinize davet ederek, onlara sıcak ilgi göstererek pikniğe ya da başka şekilde gezmeye giderken onları da çağırarak ona destek olabilirsiniz. Ayrıca arkadaşlarının anneleriyle tanışıp iyi bir diyalog kurarak çocuklarınızın dostluğunu böyle pekiştirebilirsiniz.
ŞIMARIK ÇOCUKLAR HAYATTA HİÇBİR ŞEY BECEREMEZLER
Şımarık çocuklar, aşırı derecede yumuşak ve çok müsamahalı bir aile çevresi içinde yetişirler. Öyle anne-babalar vardır ki çocuklarının her istediklerini derhal yerine getirmek için etraflarında pervane gibi dönerler, kendilerini çocuklarının emrine vakfetmiş gibidirler. Bunu bir anne-babalık icabı telakki ederler. Onlar hiçbir zorlukla mücadele mecburiyetinde kalmazlar. Mesela yaşları ilerlemiş olmasına rağmen onların kendi kendilerine yıkanmalarına, giyinmelerine fırsat verilmez.
Etrafındakiler tıpkı bir bebek gibi onları yıkarlar, giydirirler. Kendi elleriyle beslerler, onların dağıttıklarını toplarlar, çantasını, odasındaki kitaplığını, yatağını düzeltirler. Bu şekilde alıştırılan çocuklar artık her şeyi etrafındaki yetişkinden bekleyen, büyüklerin yardımı olmadan yaşayamayan birer insan olurlar.
Anne babalara büyük bir sevginin ve şefkatin icabı gibi görünse de, şımartıcı bir terbiye yanlış bir terbiyedir. Bu yanlışlığa düşmemelerini bütün anne-babalara tavsiye ederiz. Anne çocuğun isteklerine ne kadar fazla boyun eğerse çocuk o kadar şeyi kabul ettirmeye çalışır. Şımarık çocuklar, isteklerinin yerine getirilmesi için çevrelerini türlü yollarla baskı altına alan ve isteklerinin sınırı olmayan çocuklardır.
Bunların istekleri makul bir ihtiyaca dayanmaz. Akıllarına gelen her şeyi isterler. Şımarık çocuk, hiçbir zaman, hatta kendi evinde bile mutlu olmaz. İlerde dış dünyayla temasa geçtiği zaman insanlardan büyük darbeler yer.
Bencilliği yüzünden kimse onla arkadaşlık yapmaz, böylece ya ömrü boyunca sevilmeyen bir insan olur ya da kendisini sevdirmesini acı tecrübeler geçirerek öğrenir.
MUTLU BİR HAYAT İÇİN İLLA ZENGİN Mİ OLMAK GEREKİYOR?
Bazı aileler maddi imkanlarının yetmediğinden çocuklarını tam mutlu edemediklerinden yakınırlar. Daha çok kazansak evimizde daha sıcak bir hava oluşturabiliriz diye düşünürler. Bu konuyla ilgili hayatın içinden canlı bir tablo aktarmak istiyorum size.
Bir genç anlatıyor;
"Lisede başarılı bir öğrenciydim. Annem ev kadını, babam inşaat mühendisi idi. Çok mutlu bir aile hayatımız vardı. Ekonomik olarak dar gelirin biraz üzerinde bir aileydik. Ailece büyük maddi hırslarımız, beklentilerimiz de yoktu. Ama aile içindeki o sevgi dolu hava o kadar güzeldi ki akşamları annem mutlaka okul dönüşü evde olur, benim için kahvaltı nevinden hafif yiyecekler hazırlardı. Onları iştahla yedikten sonra ders çalışmaya otururdum. Ben anlayış ve sevgi açısından şansımın farkındaydıım. Bir gün sonra bu şansı çok daha iyi anlayabileceğim bir şey oldu. Bizim sınıfta çok zengin oldukları bilinen bir arkadaşım vardı. O kadar çeşitli giyinir ve zengin olduğu her halinden o kadar belli idi ki, çoğumuz zaman zaman ona özenirdik.
Bir gün okul çıkışında. Bu arkadaşım beraber matematik çalışmak için benimle birlikte bize geldi. Annem her zamanki gibi bizi neşeyle karşıladı. Hava çok soğuktu. Sobanın üzerinde daima dumanları tüten bir çaydanlığımız ve kızarmış ekmekler olurdu. Sıcak ekmekleri buradan alır, annemin yaptığı ev reçelleri ve tereyağıyla afiyetle yerdik. O akşamda arkadaşımla birlikte kahvaltı yaptık. Sonra ders çalışmaya oturduk. Bir ara arkadaşım gözleri dolu dolu, "Bu evin sıcaklığı ne kadar mutlu ediyor insanı" dedi.
"Ben eve gittiğimde, beni hizmetçi karşılar, annem mutlaka bir kabul günündedir. Tek başıma mutfakta bir bardak süt içerim o kadar. Burada ne kadar büyük bir iştahla kahvaltı ettim. Şu çaydanlık ve tüten buharlar ne kadar sıcak bir bilsen. İnsanın yalnız olmadığını simgeliyor sanki. Hele annenin şu ekmekleri kızartıp bizim yememizi seyretmesi ne kadar güzel. Öyle mutlu oldum ki burada dedi.
Gözlerinden yaşlar dökülüyordu. Herkesin yaşantısına özlem duyduğu arkadaşım benim evimdeki sıcacık ortamdan etkilenmişti. Dostlukla, sevgiyle kucakladım onu. İnsanın sevgiyi duyabilen arkadaşları olması ne güzel bir şeydi. Küçük bir çocuk için sevgi dolu bir aile ortamının önemini, buharı tüten çaydanlığımızı görünce özlemle ağlayan arkadaşım bana çok iyi öğretmişti."
NEZAKET, ZERAFET, HÜRMET
Çocuklarımızın, her şeyden önce; başka insanlarla olan münasebetlerinde nezakete ve zerafete dikkat etmeğe alışmaları gerekir. İnsanlar arasında iletişim konuşmayla kurulduğuna göre çocuklarımız öncelikle konuşmalarında nazik ve zarif olmalıdırlar. Okula yeni başlayan çocuklar okula önceden içinde yetiştikleri çevrenin kendi konuşma dillerine yaptığı tesirlerle ve kazandığı alışkanlıklarla başlayacaklardır. Öğretmen çocukların nekadar eksikliklerini tamamlamaya çalışsa da ailede kazanılan ilk köklü alışkanlıklar ve noksanlıkları düzeltmek çok zor olmaktadır.
Nezaket sadece bir takım nezaket sözleri öğrenmekle olmaz. En önemlisi ise ona yakınlarını sevmesini öğretmektir. Bunu yapamazsanız bir takım suni "kibarlık cümleleri" öğretmeniz zor olacaktır. Ayrıca çocuğun yabancılar karşısında sıkılmasını önleyin. Adetimizdir, çocuklarımızı hiç hazırlıksız oldukları bir zamanda aniden büyüklerin meydana getirdiği bir grubun içine sokar, onu konuşturmaya çalışırız. Çocuk üç-dört yaşına gelmeden, onu büyükler arasında konuşmanın merkezi haline getirmektense, konuşma dışında bırakmak yerinde olur.
Çünkü; bu yaştaki çocuk bir yabancıyı gördüğünde onun hakkında bir yargıya varabilmek için zamana muhtaçtır. Çocuğu kendi başına bırakırsanız, az sonra kendiliğinden lafa karışacaktır.
Aile içinde herkesin birbirine terbiye dahilinde davranması şarttır. Çocuk etrafındakilere göre nezaket kavramını edinir. Ailenin öteki üyelerinin "teşekkür ederim" dediklerini ve içten müteşekkir davrandıklarını gördükçe o da teşekkür etmesini öğrenir. Ayrıca çocuğa terbiye dersini vermek istiyorsanız bunu baş başa kaldığınız zaman yapın. Başkaları geldiğinde "oğlum misafirlere hoş geldin dedin mi?", "Amcanın elini öpsene!", "Abine neden teşekkür etmedin?" gibi sözlerle misafirlerin yanında ikaz edilen çocuk mahcup olur.
ÇOCUĞUNUZA İHTİYACINDAN FAZLA PARA VERMEYİN
Küçük yaşta çok az çocuk tutumlu olabilir, dolayısıyla çocuğumuza fazla para vermeyelim. Fen lisesinde okuyan bir öğrencimin yatılı olarak kaldığı okuldan bazen izinsiz kaçıp sinema, atari, oyun salonları gibi yerlere gittiğini tespit etmiştik. Olayı biraz araştırınca ailesinin çocuğa çok fazla para verdiğini öğrendik. Annesine meseleyi olduğu gibi anlattık. Annesi;"Ah hocam, ben bunu kaç kere babasına söyledim, fakat bir türlü anlatamadım. Beyim hep bana hanım ben çok fakir bir ailenin çocuğu olduğum için çocukken hep başkalarına gıpta ederdim, çocuğumun da başkalarının eline bakmasını istemiyorum." diyor.
Kendi eliyle, kendi parasıyla, çocuğuna zarar vermek ne kadar acı. Çocuğun babası bir problemi halletmeye çalışırken farkında olmadan daha büyük problemlere sebep oluyor. Bir çok değişik zaafları olan gençlere hesabı sorulmadan bol harçlık verilmesi onu her türlü dengesizliğe itebilir. Çocuğa verdiğiniz parayı kendisine fark ettirmeden nerelere harcadığını tespit etmelisiniz.
VELİLERİN ÇOCUKLARININ DURUMLARINI SORMAYA GELMELERİ
Bazı velilerin çocuklarının durumlarını öğrenebilmek için bize sık sık uğramaları çocuklarının bir problemi varsa nasıl çözülebileceğini sormaları çocuklarının eğitimiyle yakından ilgilenmeleri eğitimci olarak bizi çok sevindiriyor. Siz çocuğunuza ne kadar ilgi gösteriyorsanız öğretmenin çocuğunuza olan ilgisini de o kadar artırabilirsiniz. Bu dediklerimizle velisi gelmeyen öğrenciyle ilgilenmiyoruz anlamı katılmasın.
Şunu demek istiyoruz; öğretmen çocuğun karakterinin içinde bulunduğu aile şartlarını ne kadar iyi bilirse, çocuğa sunacağı eğitim faaliyetlerinde o kadar isabet seyreder. Bunları da en iyi anne babalar alır. Bunları bize bildirmelerini istememiz çok olmasa gerekir. Fakat, ne yazık ki, bazı anne-babalar çocuklarının okullarına gidip onların durumunu sormayı gereksiz görürler.
"Ben onun bütün okul ihtiyaçlarını karşılıyorum" düşüncesiyle çocuğun sadece maddi isteklerine cevap vermekle çocuk yetiştirmenin sadece bir parçası olan meseleyi her şey olarak görürler. Kendisini arayıp davet ettiğimizde; "Hocam çok önemli işim var gelemem" diyen bir veli daha sonra bir problem çıktığında "benim çocuğumla neden ilgilenmediniz?" diyerek suçlamasında haklı olabilir mi? Bu veli çocuk yetiştirmeyi sadece onun maddi ihtiyaçlarını karşılamak şeklinde değerlendiriyor herhalde.
İstenen odur ki, çocuğun eğitimi için anne önceden öğretmeni bilgilendirsin ve onlar olayların peşinden koştursunlar. Unutmayın ki küçük yaşında çocuğunuza göstereceğiniz ilgi o büyüdüğü ve siz yaşlandığınız zaman, çocuğunuzun size bakması hürmet göstermesi olarak size geri dönecektir. Aynı zaman da küçükken ona göstereceğiniz ilgisizlik ve ihmal ileride onun size itaatsizliği, başkaldırması hatta sizi huzur evine bırakmasına kadar uzayan tepkilerle geri dönecektir. Bir problem çıktığında yada öğretmenleri çağırdığında yada iş işten geçtikten sonra müdahale etmek artık fayda sağlamayabilir. Problemi çözme ile uğraşmaktansa onun ortaya çıkmasını önlemek hem daha kolay hem de tutarlı bir davranıştır. Çocuğun başarısızlığından yalnızca okulu mesul saymak işin kolayına kaçmaktır. Özellikle gündüzlü olan öğrenciler 7-8 saatini okulda, gerisini ailesiyle beraber yaşar.
Kullanılan pedagoji metotları ne kadar mükemmel olursa olsun bu metotların iyi sonuç verebilmesi her şeyden önce anne-baba ile öğretmen arasında sıkı bir işbirliği yapılmasına bağlıdır.
Bu konuda yaşanmış şu tarihi hadise çok çarpıcı bir örnektir.
"Bir padişah çocuğunu gittiği medresedeki Hocası bir gün yaramazlığından dolayı döver. Çocuk bunu içine sindiremediğinden kızıp medreseden ayrılıp direk babasının yanına gider ve olanları anlatıp Hocasını babasına şikayet eder. Babası peki oğlum yarın senle beraber medreseye gidelim. Hocayla konuşalım der.
Padişah o akşam çocuğuna haber vermeden gizlice Hocaya gider. Hoşbeşten sonra padişah Hocam bizim çocuk dün herhalde edepsizlik etmiş zatıalinizi rahatsız etmiş. Sonra da gelip bana durumu anlattı. Biz bu çocuğa şöyle bir oyun düşünsek diyerek düşündüğü bir planı Hocaya söyler. Ertesi gün padişahla çocuk medreseye giderler. Onları Hoca karşılar. Padişah Hocam sen benim çocuğumu nasıl döversin bizim kim olduğumuzu bilmez misin? diye çıkışır. Daha önce anlaştıkları oyun gereğince Hoca sopasını kaptığı gibi padişah ve çocuğun üzerine yürümeye başlar.
Bunun üzerine padişah kaçmaya başlar. Babasının kaçtığını gören çocuk da kaçmaya başlar. Çocuk bakar ki burada padişahın hiçbir hükmü yok. Hocanın borusu ötüyor. Bu olaydan sonra problem çıkarmadan uslu uslu okula gitmeye devam etmiş."
Her zaman öğretmenle işbirliği neticesinde öğretmenden ziyade anne ve çocukları kazançlı çıkacaklardır.
ÇOCUKLARA OKULLA İLGİLİ PROBLEM GETİRDİĞİNDE NASIL TEPKİ VERİLMELİ?
Çocuğun küçük de olsa duygu ve isteklerine kulak asmamak, kaynayan tencereye kapak koymak demektir. Çocuğu susturmak ve onun davranışlarını kısıtlamak ise tencerenin kapağını gitgide lehimlemek olur. Kapağı lehimlenmiş sağlam görünen içi su dolu ateş üzerindeki tencere basınç arttığında nasıl ansızın patlarsa çilekleri, sevinçleri, üzüntüleri, endişeleri içe atılan çocukta da bir gün ansızın patlama olabilir. Bu patlamalar çocuğun zamanla benliğini yitirmesine sebep olur. Çocuklar öğretmenlerinden ya da okuldan yakındıkları zaman yakınmalarının derinleşmesine fırsat vermemeliyiz. Onlara kimi gerçekleri açıklayabiliriz: Her öğretmen her çocukla yeteri derecede ilgilenmeyebilir. Okul herkesin istediği düzene girmez. Biz okul düzenine uymalıyız gibi. Çocuğunuzun okul yönünden isteklerinden bazıları size uygun gelmiyorsa okul yönetimi ile direk görüşme yolunu seçin çocuğu okulla aile arasında aracı olarak kullanmayın onun yanında yakınmamaya çalışın.
İnsanların toplu yaşadıkları yerlerde problemlerin olması tabiidir. Önemli olan problemlerin çözümü için o problemi gerekli merciye götürmektir. Okul gibi, insanların her yönüyle eğitilmelerinin hedeflediği kurumlarda problem çözümü daha da önem kazanır. Bir doktora gittiğinizde kendinizi doktora her şeyiyle teslim edersiniz, o sizi muayene eder, tetkikler ister. İlaçlar yazar siz hiç itiraz etmezsiniz. Çünkü doktora güvenirsiniz, okula çocuğunu veren veli de her şeyiyle teslim eder. Onu ruhi hayatı, düşüncesi, psikolojisiyle öğretmenine teslim eder. Çocuğunuzun okulla ilgili getirdiği problem ne olursa olsun, işin aslını öğrenmeden hemen okulu ya da öğretmeni suçlama yoluna gitmeyiniz. Çocuğunuza, "Oğlum senin öğretmenlerin seni senden daha çok düşünürler, sen bir yaramazlık yapmış olmayasın?" dedikten sonra, ona fark ettirmeden hemen okul aranmalı ilgili öğretmen ya da idareci kimse onunla görüşür olayın aslı öğrenilmeli.
Eğer çocuğun her getirdiği meseleye oğlum sen mutlaka bir yarmazlık yapmışsındır diyerek olayı araştırmadan peşin hükümle onu suçlarsınız ve okulu da hiç aramaya gerek görmezsiniz size karşılaştığı problemi bir getirir, iki getirir, üç getirir sizin çözüm konusunda yardım etmediğinize kanaat getirirse artık problemlerini size getirmek istemez. Kaldı ki, her gelen meselede kendi çocuğunuzu suçlu göstermeniz için o okulun bütün personelinin ve binasının her şeyiyle mükemmel olması gerekir ki; böyle bir okul şu anda dünya üzerinde mevcut değil.
Velilerimiz;
o Okula olan teveccüh ve itimatları,
o Çocuğuma bir zarar gelir endişesi,
o En basit şeyleri dahi problem ediyor derler, düşüncesi gibi düşüncelerle okula pek yansıtmıyorlar biz daha sonra duyuyoruz.
Çocuklarla ilgili problemler okula iletilmezse bunun zararı en başta okula, sonra aileye, sonrada çocuğadır. Çocukların okuldaki tutum ve davranışlarını kendilerinden öğrenmeye çalışmak çok uygun değildir. Çünkü çocuklar genellikle durumlarını her şeyiyle evde söylemezler. Çocuğunuzun okulla ilgili olsa da olmasa da bütün problemlerini okula gidip öğretmeniyle tartışmaktan çekinmeyin. Bu problemlerden bazılarına öğretmen sizden daha tarafsız objektif bir gözle bakacaktır. Ayrıca sizin probleminiz gibi güçlüklerle karşılaşan başka annelerden bahsedeceği için hangilerinin size özgü hangilerinin genel olduğu hakkında fikir edinirsiniz. Çocuğunuz uslu ve çalışkansa öğretmeniyle aranızdaki ilişkiler de tabii iyi olacaktır. Çocuk yaramaz ve ders durumu iyi değil ise bu ilişkiler gergin ve nazik hale gelebilir. Ebeveyn öğretmenler olarak iki tarafta da kendi yaptıklarının doğru olduklarını düşünürler. Anne baba daha baştan şunu kabul etmelidirler ki: İdeal bir öğretmen öğrenci konusunda anne babadan daha duyarlı ve bu konuda daha çok çırpınan bir insandır.
Öğretmenle sıkı bir diyaloga işbirliği içine girilirse bir çok şeyi halledecektir. Yeni ders yılının başında öğretmenle görüşür daha önceki yıllarda çocuğun okul hayatının nasıl geçtiğini ve çocuğun iyi ve kötü yönlerini açıkca izaha çalışırsanız en doğrusunu yapmış olursunuz.
DERS ÇALIŞMAYLA İLGİLİ KONULAR
Her anne baba mümkün olduğu kadar çocuklarının ödevlerine de yardımcı olmalıdırlar. Çocuklar ev ödevlerinde zorlanıyor ümitsizliğe düşüyorlarsa onlara cesaret vermek için ellerinden tutmalılar. Fakat bunu yaparken çocuğun yapması gereken ödevi kendisi yaparak ona bilerek zarar vermemelidir. Bu durumda hem çocuk o konuyu öğrenmez, daha sonra aynı şey tekrar sorulursa yapamaz, hem de bu yaşta başkasının yaptığı bir işi kendisi yapmış gibi gösterme yanlışlığına aile bir meşruiyet kazandırır.
20.yy´ın önemli eğitim teorisyenlerinden, Benjamin Bloom "Tam öğrenme" adlı öğretme yönteminde şunları söylüyor: Bir öğretim kurumunda eğitime başlayan bir öğrencinin o eğitim kurumundan aldığı eğitim sonundaki başarısı şu üç faktöre bağlıdır;
Eğitime başladığı sırada öğrencinin sahip olduğu bilgi ve kültür seviyesine.
Eğitim kurumunda verilen derslerin kalitesine.
Eğitim döneminde çocuğun derslere karşı ilgisine, moral durumuna yani psikolojik durumuna.
Bloom´un yaptığı araştırmalara göre öğrenciler arasında başarı farklarının 50´si eğitime başlarken ki farklı bilgi seviyelerinde, 25´i verilen derslerin kalite farklılıklarından, geriye kalan 25´i öğrencilerin moral durumundaki farklılıklarından kaynaklanıyor. Şimdi buna göre kendi çocuğumuzun durumunu inceleyelim. Başarı farklılıklarının yarısına sebep olan bize geldiği zaman ki bilgi ve kültür seviyesi ailesini ve ilkokulunu ilgilendirir. Burada verilen derslerin kalitesi bizi; 3. madde olan çocuğun moral yönü de daha çok sizi (aileyi) ilgilendiriyor. Burada bu 3. madde üzerinde durmak istiyoruz.
ÇOCUĞUNUZUN SINIRLARINI ZORLAMAYIN
Çocuğunun durumunu görüşmek için yanımıza gelen her aile daha biz bir yorum yapmadan çocuklarının çok zeki olduğundan, fakat çalışmadığından bahsediyorlar. Geçenlerde veli toplantısına gelen, uzun yıllar öğretmenlik yapmış bir velimiz; Hocam ben çocuğumu biliyorum, benim çocuğum orta derecede bir çocuk dedi. Ben de Hocam eğitimci olduğunuz için daha realist yaklaşıyorsunuz, herkes önce çocuğunun zeki olduğunu anlatıyor dedim. Onlar işi bilmediklerinden öyle söylüyorlar dedi.
Çocuğunuzun kapasitesini anlayabilmek için bir uzmanın görüşüne başvuracağınız gibi, bu konuda kendiniz de gerçeğe yakın bir tahminde bulunabilirsiniz. Bunun için kullanacağınız ölçü çocuğunuzun okul hayatı ve okul dışı faaliyetlerinde göstermiş olduğu başarı düzeyidir. Çocuğunuz ders başarısı yönünden sınırının en iyi öğrencileri basında yer alan sosyal faaliyetlerinde girişken ve liderlik özelliği olan, belirli bir ders veya alandaki başarısı, öğretmenlerinin veya çevresindekilerin taktirini kazanan biriyse, ne mutlu size. Bu taktirde çocuğunuzla ilgili beklentilerinizi yüksek tutmakta gerçekçi sebepleriniz var demektir.
Eğer çocuğunuz sınırlarını ancak geçebildiyse, sınırlarını geçerken çeşitli yardımlara ihtiyaç duyduysa, okulda geçer not alması ve meslek hayatında başarı göstermesi yine mümkündür. Ancak okul veya üniversite seçiminde beklediklerinizi çok yüksek tutmamanızda yarar vardır. Çocuğunuzla ilgili beklentilerinizde kendi umduklarınızla çocuğunuzun kapasitesi arasında gerçekçi bir denge kurun. Çocuğunuzun girdiği her imtihanı kazanamayacağını, her zaman sınıf birincisi olamayacağını, bazen zayıf alabileceğini göz ardı etmeyin. Hele hele içinizden veya ima yolu ifadelerle çocuğunuzun beceriksiz tembel geri zekâlı olduğunu düşünmeyin. Çünkü bu düşüncenizi nasıl olsa hisseder veya anlar. Sizin onun hakkında böyle düşündüğünüzü bilmesi, onu aşılması belki de artık hiç mümkün olmayacak bir güvensizliğe iter.
ÇOCUĞUNUZUN KAYGISINI ARTTIRMAYIN
İmtihanlara hazırlanırken öğrencilerde ortaya çıkan gerilim ya da moda deyimiyle "stres" eğitim başarısı önünde ciddi bir engeldir. Türkiye´de üniversite giriş imtihanlarına hazırlanan 4711 öğrenci üzerinde yapılan araştırmada öğrencilerin stres düzeylerinin ameliyat olacak hastaların kaygı düzeylerinden daha yüksek olduğu görülmüştür. Çocukların sınava hazırlandıkları sırada anne babalara düşen en önemli görev çocukların çalışma isteklerini arttırmak ve onu çalışmaya teşvik etmek için kaygı yükseltici yaklaşımlardan kaçınmaktır.
Mahmut AŞCI
Beğen |
0 kişi beğendi